“Bilmiyorum” diyememek

08 Ağustos 2011

Herkesin çoğu konunun uzmanı olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Amerikalı veya Avrupalı insanlar “bilmediklerini” sıkça söylerler. Çoğu, bilmediği için utanmaz, bunu ifade etmekten çekinmez, bir zayıflık olarak görmez. Çünkü öğrenebileceğini bilir. Amerikalılar, Çinliler, Ruslar bu yüzden daha rahat öğrenebilecekleri teknolojileri kendileri ürettiler.

“Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” demiş atalarımıza rağmen, “bilmiyorum”  demeyi bilmiyoruz.

Öğrenciyi, asistanı, hatta öğretmeni bile “bilgi taşıyıcısı” olarak kabul eden kemikleşmiş eğitim sistemimiz iflas etti. Bilgisayarların ve internetin hayatımıza girmesiyle ödevler, sınavlar, disiplinler alt üst oldu. Bilgi teknolojilerini de otomobiller gibi ithal ettiğimiz için, içselleştiremedik.

Şimdi gereken bilgiyi internetten alıp, onu aktarabildiğimizde “bildiğimizi” düşünme aşamasındayız.

İngilizcesi hesaplamak anlamındaki “compute” kelimesinden gelen “computer” için, bizim “bilgisayar” karşılığını bulmuş olmamız tesadüf olamaz.

Oysa, “bilmek” ezberlemek değildir, sıralamak, sunmak, hiç değildir. Ham veri, bilmeye giden yolun ancak başlangıcı olabilir.

Russell Ackoff’a göre, insan belleğindeki içerik beş katmandan oluşuyor:

1. Veri (Data)

2. Yararlı Bilgi (Information)

3. Uygulanan Bilgi (Knowledge)

4. Anlam (Understanding)

5. Bilgelik -(Wisdom)

İnsanoğlu bilgi evrimini geçiriyor.

Peki biz, sadece ham veriyi elde edip, bunu taşıyarak, ne biliyoruz gerçekte? Elde ettiğimiz veriyi yorumlayarak yararlı bilgiye dönüştürebiliyor, bu bilgiyi uygulamada kullanıp, anlam çıkarabiliyor muyuz?

Toplumsal zekamızı kullanarak, çocuklarımızın geleceği için bildiklerimizle çözüm yaratabiliyor muyuz?

Bilgeliğe giden yol, ancak bilmediğini bilmekle başlayabilir.

“Bilmiyorum” demeyi öğrendiğimizde, bildiklerimize ihanet etmeyi de bırakmış olacağız..

 
Bu yazı Bilgi kategorisine gönderilmiş.